1 Aralık 2014 Pazartesi

Erasmus Staj Hareketliliği


   Merhabalar arkadaşlar, uzun uzun zamandır yazmıyordum. Epey bir vakit geçti ve çok önceden söz verdiğim yazıma başlıyorum. Almanya'ya yaptığım Staj Hareketliliğinin sürecini anlatacağım sizlere:
  • Efendim nedir bu Erasmus Staj Hareketliliği?
    Bu programla üniversite ya da yüksek lisans öğrencileri, Avrupa Birliğine üye bir ülkede zorunlu stajı bulunmasa dahi staj yapabilirler.
  • Kaç gün süre olmalı?
    Benim gittiğim de en az 90 gün olmak zorunda idi. Ancak şuan da Erasmus+ oldu program ve en az 2 ay olmalı diye biliyorum.
  • Nasıl katılırız bu programa?
    Benim üniversitemde yani Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde şu şekilde; öncelikle size bir firma ya da üniversite davet yazısı almalısınız yani okulunuzun şu isimli öğrencisini firmamız da staj yapmaya kabul ederiz gibi (bunun taslağı okulumuzda bulunmakta). Daha sonra bu yazı ile sınava başvuru hakkı kazanırsınız. Bu firma ya da okul, üniversitemiz tarafından incelenir uygun görülürse sınava girmeye hak kazanırsınız. Sınav normal Erasmus Öğrenim Hareketliliği sınavı gibi olup aynı şekilde puanlandırılır. Yüzdeleri okullarımızın sitelerinde yazıyor diploma notu ve sınavın. Daha sonra sınava girer kazanırsanız biraz daha stresli süreç başlar.
  • Nasıl davet yazısı alırım?
    İşin aslı buna bir cevap yok, çok çok uğraşmanız gerekir. Ben belki 50 defa vazgeçmişimdir olmayacak demişimdir ama oldu sonunda ve sakın azminizi yitirmeyin. Çok fazla uykusuz gecem oldu sırf olup olmayacağına kafa yorup plan yaptığım.
  • Sınavı kazandım şimdi ne olacak?
    Stresli sürece hoş geldin. Çünkü sınavı kazandıktan sonra koşturman gereken bir dolu günün ve asıl önemlisi yine uykusuz gecelerin olacak. Bazı evraklar ve bunları siz, üniversiteniz bir de gideceğiniz firmanın doldurması gereken. Benim biraz şanssız devam etmişti bu süreç ve 3 4 ay arası bir vakit almıştı. Daha sonra okulum benden vize istedi, yeşil pasaportum olmasına rağmen Schengen Vizesi aldım. Almanya konsolosluğundan aldım İstanbul'a giderek ve bir dolu belge gerekliydi ve titiz davranıp hepsini hazırladım. Bana yardımcı olan üst kademelerimden arkadaşım Semih ÖZKAN'a teşekkür ederim. Sigorta için bir şey eklemek istiyorum sigortanız normal yurtdışı sağlık sigortasından farklı. Menfaat sigortası denilen bir şey yaptırdım 98 güne 214 ₺ verdim.
  • Belgeler de tamam ya şimdi?
    Şimdi uçak biletini alıp yola çıkabilirsin. İklime dikkat etmelisin ama yaz sadece 10 gün kuzeyde.
  • Tamam, gideceğim de ne katacak bana bu süreç?
    Bunu yazarken müziğin sesini kısıyorum. Çünkü bu sorunun cevabı kişiden kişiye değişir ve ben kendime neler kattığını yazacağım. Sizin daha az ya da çok olabilir. Öncelikle beni bir arkadaşım aldı havaalanından ve çok iyi bir dost kazandım. Salih HAZAR'a tüm saygılarımı sunuyorum. Bana hem bu süreçte hem de orada çok yardımı oldu. Umarım sizin de yolunuza böyle biri çıkar. Yani demek istediğim dostlar kazanırsınız. Hem de daha uçaktan iner inmez bu olabilir. Biraz hikâye tadın da gidebilir buradan sonrası. İstanbul'da sıcak olan havayı bırakıp Düsseldorf'a indiğim de hava koyu mavi ve gri idi. İlk gözüme çarpan uçak inerken yeşillik olmuştu. Daha sonra yola çıktığımızda Almanya'nın ben gelmeden bir süre önce fırtına olmuş. Açıkçası çok fenaydı, ormanlarda ağaçlar yerlerde. Tabi Almanya'da otobandaysanız görecek çok şeyiniz var normalde göremeyeceğiniz otomobiller orada sıradan. Daha sonra o gün otelime yerleştim. Küçük bir odaydı. Baya küçük. İlk defa yurt dışına çıkıyordum ve garip bir duyguydu, hava soğuk, yağmurlu, normalde kaldığım şartlara hiç benzemeyen küçük bir oda. Otel dediğime bakmayın otel gibide değil ama şükür halimize deyip Almanya maceram başladı. Bu staj hareketliliğinde en önemli konu şirket, daha sonra oradaki zor koşulların üstesinden gelebilmek ve bir yerleri gezebilmek. Şirket konusunda çok şanslıydım. Şirketim uluslararası bir firmaydı ve 38 ülke ile çalışıyorduk ve şirketimde 7 ülkeden insan vardı. Orada neler öğrendiğime gelirsek, buraya Autocad kullandım şunu bunu yaptım gibi şeyler yazabilirim ama bunlar benim mühendislik yeteneklerim. Ben orada kendime ne kattım bunu yazacağım çünkü ben zaten tasarım programlarını iyi kullanan biriyim ve mühendislik olarak çok güzel katkıları olduğu bir gerçek. Ben orada aç kalmanın ne demek olduğunu gördüm, az bütçeyle geçinmenin ne kadar zor olduğu öğrendim, tek başına iftar yapmanın nasıl bir duygu olduğunu, bayram da aileden uzak kalmanın nasıl bir şey olduğunu, bazen yorgunluktan uyuyamadığımı hatırlıyorum, bazen ise elimin yüzümün simsiyahken arkadaşlarımın Antalya'dan fotoğraf attığını. Zordu. Açıkçası çok zorlandım ilk zamanlar ama beni bırakmayan ve bana örnek olan patronlarım vardı. Müthiş insanlardı ve onlardan çok şey öğrendim. Yazsam belki sayfalar sürer. Gerek yöneticilik gerekse insanlık olarak onlara çok şey borçluyum. Onlarla çalışmak çok keyifliydi. Saygılarımı sunuyorum. Hiyerarşik düzeni gördüm, takım çalışmasını gördüm, diğer ülkelerle olan ticareti gözlemledim, yönetici olarak alınması gereken kararları, sorumlulukları ve bazı kararların birçok kişinin ekmeği olduğunu ne kadar aslında zor olduğunu anladım. Gerçekten de onlara çok şey borçluyum ve bunu defalarca yazabilirim. Birilerine sebepsizce yardım eden kişilerdi patronlarım ve bunu o kadar mütevazı yaparlar ki, sanırsınız kitap kitaptan bir hikâye okuyorsunuz. Hayır, canlı canlı örnekleriydiler. Orada ben zorlukları nasıl aşacağımı ve pes etmemeyi öğrendim. Her sabah soğuk Almanya'da elektrikli bisikletimle (şirketimin bana verdiği) işe gittim, epey soğuk oluyor birde bisikletle gidince ve hiç izin yapmadım 3 ay boyunca. Bayramda dâhil. Gene olsa o soğukta o rüzgârla gitmek isterim. Bunlar kazandığım tecrübelerin bir kısmı. Zaten yurtdışında bir düzen kurmak başlı başına bir tecrübe ve bunu çok parayla gerçekleştirirseniz benim gibi paranın değerini de öğrenirsiniz arkadaşlar. Bu da gelecek için müthiş tecrübe. Bir de dediğim gibi bu süreçte dostlar edinirsiniz gerek yaşı sizden küçük kardeşleriniz olur gelecekleri için endişelendikleriniz, gerek yaşıtlarınız olur yemeğinizi paylaşmaktan çekinmediğiniz, bir de sizinle yemek yiyen büyükleriniz olur ki bazen tozlu bir yerde, bazen de en lüks restoranda. Hepsinin tadı ayrıdır ve güzeldir. Kişisel olarak oraya gitmeden önceki ben ile dönen ben arasında çok fark var ve bu benim ilk stajımdı. İşçi psikolojisini de bizzat yaşayarak gördüm, yöneticinin sorumluklarını da.
  • Anladık burnumuz sürtecek, başka ne yapabiliriz?
    Gezersiniz arkadaşlar, sadece şehirleri değil ki ben Fransa, Lüksemburg, Belçika ve Hollanda'nın yolları da dâhil olmak üzere 8 9 Alman şehrini de gezdim. Bir de bisiklet bindim 400 km mesafeyi açtığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Gezmek için çeşitli yöntemler var bunları zaten öğrenirsiniz yâda bana yazarsanız yardımcı olmaya çalışırım. Oradaki kültürü görürsünüz ve çok ayrı bir tecrübedir sizlere ve dostlarınızı, arkadaşlarınızı özlersiniz, değer bilmeyi öğrenirsiniz.
  • Bu süreç biterken ne yapmalıyız?
    Bunu okulun sana daha güzel söyler ama belge işlemleri tabi ki.

     
   Arkadaşlar yazımı bitireceğim artık, tam 1 yıl uğraştım ben bu süreçle ve 1 yıl dolduğunda uçağıma binip yola çıktım. İnanılmaz güzel tecrübeler edindim çok değerli insanlar tanıdım ve hiç birini unutmaya niyetim yok. Umarım istediğiniz bu ise sizde gerçekleştirirsiniz anladığınız gibi kolay bir süreç değil ama zorluklar insana yeni şeyleri öğretiyor, ben öğrendim bu değerleri gerçekten çok mutluyum bunun için. Eğer sormak istedikleriniz olursa seve seve yardımcı olurum. Bu uzun yazıyı okuduğunuz için teşekkürler. İtalya'dan selamlar herkese…

2 Ağustos 2014 Cumartesi

The Good Father

Şuanda kafam öyle yoğun ki... Kaçışımı yazmakta buldum. Konumuz ise babama kalem aramam üzerine. Aslında buldum da, daha doğrusu kalem bana benim dedi alman gereken. Pek özel bir yanı yok aslında babamın kaleminin yanında hiç bir değeri yok. Neden mi? Çünkü babamın yıllardır kullandığı bir Scrikss'i var. Yaşı benden büyüktür bence rengi açık mavi. Üstünde iki yerindeki kırık yapıştırılmıştır babam tarafından. O kaleme benim için en çok değer veren yanı da budur. Atılmamış onarılmıştır. Babama çok kalem gelmiştir kutsal bir meslek olan öğretmenlik yaptığı için. Bende bir Scrikss edindim ama yok arkadaş aynı tat yok. Babam o kaleme çok özenli bakıyor mu emin değilim çünkü normalde bile her şeyi özenle kullanır ekstra koruyor mu bilemiyorum. O kalem benim için çok önemli ama. Bunu niye burada diyorum çünkü babam bu yazımı okumaz gibime geliyor belki annem okur söyler. Okursa da baba kalemini çok kıskanıyorum ! Ha.. Bana verse kabul edemem o kalem onda güzel. O mavi rengi kalemin babamın renkli gözlerine yakışıyor da. Ben ona bir kalem alacağımı çok önceden dedim bence unutmuştur bile. Beğendim de kalemi. Dedim ya beni al diye söyledi bana kalemle konuştum adeta. Ama kesinlikle rakip olarak almıyorum bunu ve o kalemin yanından bile geçmez maneviyat olarak. Maddi olarak geçecektir ama babam bana, bize yaptığı fedakarlıkların yanında, bu kalemin maddi değeri sıfır. Hatta eksilerde. Babam bizi bu günlere getirirken çok sıkıntı çekti. Bende ilk kazandığım parayla ona bir kalem alıyorum. Gerçekten ilk kazandığım param tamamen alın teri. Hiç bir benzetmem falan yok tamamen alın terim. Umarım beğenir ve kullanır. Bazen kıyamayıp kullanmadığını düşünüyorum aslına bakarsanız. Babam birtane demeye gerek yok. Şuanda bile bu yazıyı yazarak kafamda ki şeyleri uzaklaştırmama yardımcı oluyor. Şimdiden hediyeni kullan babaların kralı :)

Ben senden çok şey öğrendim, ilk öğretmenim olan anneme, sana sonrada ağabeyime teşekkür ederim. Bana kalemin değerini öğrettiğin içinde teşekkürler. Kaybolan Rotring Kaleminden görürsem söz ondan da alacağım. Umarım aile konularına girip sizi sıkmadım sevgili arkadaşlar. Başka yazılarda görüşünceye dek...

Not: Resimlerini Türkiye'ye döndüğümde koyacağım.

15 Temmuz 2014 Salı

Paris

Paris... Dünya üzerinde efsaneleşen yerlerden biridir. Herkes bilir. Aslında ben çok merak etmiyordum. Yaz okulundayken sanki Paris, İçanadolu Bölgesinin bir ili gibiydi herkes resimler koyuyordu ve ağabeyime çok daha güzel omasını bekliyordum gibi bir şey demişti. Böylece benimde Avrupa da pekte merak ettiğim şehirlerden biri olmaktan çıkmaktaydı. Neyse.. Uzun bir yolun sonunda şehre girdik ama sanırsınız İstanbul'a yada herhangi bir büyük şehre girmişiz Türkiye'de. Üzüldüm açıkçası bu duruma onca ol gelmişiz sonra uzaktan Eifel gözüktü biraz biraz. Yaklaştık ve aracımızı oraya koyduk fakat yakından pekte güzel durmuyor gibiydi o an. Ben fotoğraf çekmeye başladım tabi yinede ama hevesim kaçıktı.
Biraz uzaklaşmaya başladık. Köprüden geçip karşıdaki güzel süs havuzlarının bulunduğu yere çıktık adı da buymuş (sağ olsun rehberimiz berbattı) : Jardins du Trocadéro ve oradan manzara ise bu şekilde:
Oradan metroyla şehir merkezine geçtik ve asıl Paris buymuş dedim. Belediye binasının bahçesindeydik. Duvarları insan heykelleriyle dolu ve güzel bir meydan denebilir. Oradan Notre Dame Katedraline gittik. Epey bir sıra bekledik orada ve içerisi de dışarısı da güzeldi. Epey motiflere önem verilmiş ve çok uğraşılmış bir mimari eserdi, içerisindeki camların renkleri çok etkileyiciydi:
Oradan sonra ise ekmekleri meşhurmuş Paris'in bizde ekmek denedik uygundu fiyatları. İsmini hatırlamıyorum dükkanın ama ekmek güzeldi ama abartmaya da gerek yok. Ramazan pidesi süper olan Bilecik Yıldız Ekmek Fırınını tercih ederim her zaman. Daha sonra oradan asıl güzellik dünyasına gittik. Louvre Müzesi. Maalesef içine giremedik kapanmış, fakat ileride gezeceğim(iz). Sindire sindire tadını alarak. Tarihi bir binanın bahçesinden o meşhur manzaraya çıktık. Bunu görmeye gerçekten değermiş. Çokta güzel yapılmış çevresinde insanlar rahat rahat oturuyorlar havuzların kenarlarında ve gerçekten keyif verici bir yer içerisi ise tekrar gelmeye sebeptir. Şöyle ki :

Son fotoğrafta oradan uzaklaşırken. Siyah beyaz fotoğraflarını çok sevdim Paris'in. Ordan sonra güzel bir parktan geçerek sağ tarafımızda dönme dolap sol tarafımızda tarih karşıya bakınca yine tarih bizde Dikilitaş benzeri bir anıt. Rehberimiz iyi olsa hepsini öğrenirdim, bir sonraki tura saklıyorum merakımı dilerim yanımda özel biri ile, ona öyle dedim çünkü gezeceğimizi tekrar. E gideceğiz tabi. Efendim oradan sonra Şanzelize. Lüks... Çok lüks bir sokak pahalı ürünler, pahalı otomobiller ve alışveriş delisi turistler ama bozulmamış tarih binalar var. Tenha ve güzel aralarında kaybolmak istenen sokaklardan oluşmakta civarı her yeri tarih. Korunan bir tarih ve bir tarafı ise modern ürünler, arabalar, dükkanlar.. Tarihten moderne yani ama ikside saygılı ikisi de güzel bir harman içinde. Aslında asıl güzelliği Paris'in o ara sokaklarındaki büyüsü, o tarihi sokaklarındaki kalabalık ve tenhalık.. Yer yer kötü kokular var tabi. Şehir de tekne turuna çıkamasam da mutluluk vericiydi nehri izlemek bile, belkide bu tarih yüzünden siyah beyaz fotoğraflar daha hoşuma gitmiştir. Metro ulaşımı da güzeldi bir aktarma yaptık sadece bu yüzden çok bir şey diyemiyorum. Sağanak yağmura da yakalandık.. Ayrı bir keyif diyeceğim ama fena ıslandım şemsiyemi alana kadar. Güzel bir o kadarda yorucu günün sonunda tekrar geleceğimi(zi) düşünerek ayrıldım oradan. Uzun bir dönüş yolu.. Güzel bir şehir ama tarihi sokakları o eski Paris yani, uzaktan gerçekten güzel olan Eifel Tower ve dahası... Kesinlikle görülmesi gereken ama çokça gün kalıp tadının çıkarılması gereken bir yer. Louvre için günler, geri kalan için günler... Bu arada yolda dönerken Bentley Mulsanne gördüm, yolunu değiştirdi ve çok karanlık olduğundan içimden ah geçirdim. Gene olmadı.. Paris... Dünyanın güzel şehirlerinden biri gerçekten.. Yorgunluğunuza değecek özel bir yer... Teşekkürler arkadaşlar okuduğunuz için..  Diğer yazımda görüşünceye dek..




28 Haziran 2014 Cumartesi

Türkiye'nin en huzurlu tatili

Herkese merhabalar, bu yazım Bozcaada hakkında. Neden bilmiyorum bir sebebi yok şuanda bunu yazmamın ama sanırım Almanya'nın karamsar havası beni buna itti. Oranın temiz havasına. Biz oraya 30 Ağustos tarihinde gittik. Başa dönelim. Altınoluk'tan çıktık, Assos geçip vapura bineceğimiz yere yaklaşırken durduk. Herkes durmuştu. İlk 30 saniye anlayamadık sonra farkettik ki Zafer Bayramı tatilini değerlendirmek isteyenlerin oluşturduğu bir kuyruktu bu. Çok uzun.. İndim, içi serin olan arabamızdan ve yürüyelim ileride neler var dedim. Gittim, gittim, gittim epey gittikten sonra kuyruğun başını buldum daha doğrusu sahile dik inerken yol sağa kıvrılıyor ve artık iç tarafa giriyorsunuz bilet alıp yine vapur sırası için. Sonra orda sol tarafta bir kafe var köy kafesi diyeyim kahvehanede yanlış olur belki çay bahçesi doğru olur. Kalabalıkta benim gibiler bekliyor ağabeyimde geldi yanıma tabi sonra. Orada kumu çok güzel olan bir plajda var. Tenhaydı o gün o saatlerde sanırım 12-13.00 civarıydı. Orada da deniz çok güzel görünüyordu. Pek yerleşim yok sadece bir belki bir kaç site var villalardan falan oluşan. Biraz eskimişti ama orada evim olsun isteyebilirdim, tabi Bozcaadayı görünce işler çok fena değişti. Sıra beklerken ilgimi bazı şeyler çekti. Oradaki insanların ne kadar keyifli oldukları ve anladığım kadarıyla çoğu eğitimli ve kariyerleri veya yaşantıları belli bir noktanın üstüne çıkmış. Sonradan anladım ki ada epey pahalı. Arkadaşlarıma anlattığım özendiğim bir arkadaş grubu vardı mesela Chrysler Van model bir arabadalar. Arkada oturanlar tekli deri koltuklara oturmuşlar keyifler yerinde, ellerinde içecekler güya sıra bekliyorlar. Yok yok o bile bir tatildir benim için daha ne olsun. Efenim 3 saate yakın bekleme sonucu vapura binip rüzgarı serinliği hissettik üst katta. Ve biraz sonra Bozcaada Kalesi merhaba dedi bizlere. İndik vapurdan biraz dolaştık ara sokaklarında, eski evlerin  bulunduğu, eskimiş kaldırımların olduğu dar ve güzel sokaklarda... Bir şekilde Çiçek Fırını bulup o nefis kokular arasında yarım kilo meşhur kurabiyelerinden aldık. Galiba badem yağıyla yapılıyor. Sonra Ayazma Plajına gittik, üzüm bağlarının yanından geçerek. Yemyeşil bir ada değil ama egenin diğer kıyılarına göre daha el değmemiş yerleri var ki biz sadece Ayazmaya gittik. Lütfen resmlerine bakın arkadaşlar ben kendim pek çekim yapamadığımdan ve yanımda olmadığından koyamıyorum. plajın kumu çok güzel öyle içine de batmıyorsun. Deniz buz gibi.. Baya serin.. Ben zaten çabuk üşürüm ve ağır ağır denize girerdim fakat orada attım kendimi. Neden mi ? Çünkü o kadar temizdi ki güneş içinde parlıyordu suyun ve görüyorsunuz suyun altını üstü gibi adeta. Soğuk olan su bir yerden sonra sizi dinçleştiriyor ve hoşunuza gidiyor o soğukluk. Vücudunuz tekrar gir denize diyor. Ben yıllardır suyun altına girmezdim pek takmazdım gözlüklerimi su için ama orada çıkarmak istemedim. Tabi illa kirletmişiz biraz umarım hiç kirlenmez hiç kalabalık olmaz orası içimdeki gizli bir cennet olur benim için. Ama imara açılmış maalesef. Umuyorum ki değişmesin orası. Kirlenmesin. Efendim deniz güzel, ortam çok güzel kimisi elinde birası plajı izliyor sonra voleybol oynuyor, kimisi kumdan kale yapma peşinde, kimisi plajı yürüyor.. İnsanlar genel olarak belli bir maddi sınırı aşmışlar. Buda mutluluklarını yansımış gibi. Biz çok kalamadık ve akşam geri döndük hiç sırada yoktu ama içimizde kaldı orada balık yemek. Bana kalırsa orada bir kaç gün falan değil böyle sıkılana kadar huzurdan durmak lazım. Denizde kayık sürmek, balık tutmak sabaha kadar balığın gelmesi mesele değil oradaki dost sohbeti mesele . İnşallah paramız olur da ben ve arkadaşlarımın orada en azından yakınında mülkü olur. Canı gönülden istiyorum bunu. Aslında Assos'ta bir site kestirdim gözüme. Belki bir gün oralardan yazarım. Şimdilik en beğendiğim deniz ve en beni çeken tatilin olduğu yerdi tabi ki Altınkum bende çok özeldir onu ayrı bir noktaya koyuyorum taraflı davranıp ama Bozcaada enfes... Bir yemek olsaydı eğer çok para verirdiniz kesinlikle. Ve buna da değer.. Sardunya Adasına gidene kadar en beğendiğim ada burası. Huzurlu bir dost konağı gibi ister çadırla gidin ister lüks arabanızla tavsiye ediyorum. Burası Türkiye'nin en huzurlu keyifli tatili. Hoşçakalın arkadaşların bir sonraki yazım yakında... :)

21 Haziran 2014 Cumartesi

LÜKSemburg

Uzun süredir yazamadım farkındayım. Beyin olarak çok doluydum çünkü ve odaklanmam gereken birden fazla şey vardı samimi olamayacağımı düşünüp bugüne erteledim. Bu yazımı orman içinde olan ve kalan 85 günümü geçireceğim yerden yazıyorum. Erasmus  staj hareketliliğinden de bahsedeceğim. Ama şimdi Lüksemburg... LÜKSemburg yazsam daha doğru olur. Essen'den Lüksemburg yaklaşık 280 km ve yol yemyeşil neredeyse. Otobanda hayvanlar geçsin diye üst geçitler yapılmış. Hayvanların etkileşimi bozulmasın diye ve gene aynı yolda otoban kenarlarına etler çekilmiş. Yakındaki yerleşim yerlerine giden sesleri azaltmak için. Düşünebiliyor musunuz ekstradan duvar masrafı. Ne kadar uzak geldi değil mi ? Banada öyle geldi insanın gürültü hassasiyeti için alınan bu önlem. Ama müthiş ilham açıcı oldu benim için. Yolda eğer sollama yasağı varsa kesinlikle sollama yapılmıyor. Kesinlikle. 5 km civarı bir traktörün peşinde konvoy olduk ve 3 şeritli yolun ikisi gelişti bize doğru orta şerit boş olmasına rağmen ne yeni BMW, AUDİ nede biz (volkswagen CC) ile sollama yapmadık. Çünkü kime yapmıyor. Korna çalmayı adeta unutmuşlar arada biz hatırlattık bir kaç ufak hata ile tabi ki ama o kadar normal ki bu durum Türkiye'de böyle değil çünkü. Lüksemburg sınırına girdikten sonra ilk ziyaret yerimiz şansımızın da yardımıyla Amerikan Mezarlığı oldu:

Buranın tarihinden bahsetmeyeceğim dileyen arkadaşlar araştırabilirler benim bahsedeceğim şey, düzenleri. Bu kadar bakımlı bu kadar temiz ve bu kadar güzel çimenli bir mezarlık, tarihi yer ne de ne demek istersiniz. Çok ferah güzel bakımlı. Bizimde turistik yerlerimiz güzeller ama bu derece değil. Bu kanıya sadece ben varmadım. Ayrıca en çok ziyaret edilmesi gereken yerlerde birinci sırada. Bence şehir yada ülke çok daha güzel. Sonra devam ettik kısa süre sonra ufakça bir tepeden vadi göründü... 
Bu resimden de anlaşılacağı gibi, tarih, modernlik ve yeşillik bir arada. Burada biraz bakındıktan sonra arabamızı koymak için yer aradık. Almanya ve Lüksemburg'ta tabelalarda otoparklardaki boş yerleri gösteren rakamlar var. Arabamızı koyduktan sonra çıktık otoparktan yukarı doğru, yukarı diyorum çünkü yer altına yapılmış otopark. Şehrin yapısını bozmamış. Sadece sade bir giriş hepsi bu görünen. Şehir yada ülke tarihi binalarla dolu meydanında, insanlar huzurlu görünüyor. Sakindi de şehir gece daha hareketli oluyormuş fakat o sakinlik yanlış anlaşılmasın huzurun verdiği bir sakinlik. İnsanların mutlu olduğu görünüyor, anlaşılıyor. Biraz yürüdükten sonra bir otelden -lüks bir otel-, şehir haritası istedik ve o kadar güzel ve güleryüzlü ki ilgileri haritayı açıp konumumuzu gösterdi, gitmemiz gereken tarafı anlattı. Sonra yola devam ettik merkez sokaklarına daldık, heryerden hoş binalar, mutlu yüzler bizer gibi gezenler.. Ufuk açan bir yer. Sonra vadiyi izleyebileceğimiz bir yere geldik. İnanılmaz.. Yeşilliğin korunması, manzara, tren yolunun bütünlüğü bozmadan vadiyi birleştirmesi, karşı taraftaki yeni modern binalar, ortada kalan evler, ve gene yeşillik gene yeşillik. Bayırların bu kadar uyum içinde olduğu bir yer daha görmedim bu güne kadar. Şehir zaten lüks. Arkamızdaki otoparkta metrelerce öteden tanıdığım siyah Maserati:
Devam ettik.. Manzaranın tadını çıkara çıkara.. İnsanlar yeşil ışığı bekliyor, karşıdan karşıya geçmek için şaşırtıcı değil mi.. O kadar çok yeşillik var ki sanki ormanda yürüdüğünüz hissettiriyor zaten, hava tertemiz. Birde benim için hayallerim olan Bentley'i gördüğüm an var. Şaşkınlıkla resim çekerken yandaki kafede olanlar laf attılar İngilizce bilmiyorlar, bende de Almanca az ama ne konuştuklarını anlayamadım da zaten. Bir şekilde anlaştık sahibini gösterdi ama ben yermiyim S.Holmes hayranı olarak masadaki anahtarın Mercedes anahtarı olduğunu anlamam 1 saniye sürmedi. Bilecikliyim diye beni mi kandırıyorsunuz dedim içimden. Bentley'in boyası çok güzel bir his veriyordu ele yumşaklık vardı resmen. İşte o Bentley:
Şehre dönecek olursak, çoğu şeyi aşmışlar belki gelirleri çok olduğundandır diyeceğim ama takım elbiseyle Vespa'ya binenler veya eski araçları olanlar ve bir yadırgama görmedim kimsede. Manzara seyredilen bankların doluluk oranı az neden anlayamadım ama ne öyle yerlerde amacını aşan sevgililer nede ağaçlarda yazılan kalp şeklinde baş harfler var. Modernle, yeşil, mimari mühendislik yoğurulmuş :


Birde bu resim var, ama bir boşluk göreceksiniz Hocamın dediği gibi otur kitap oku orada. Düşünebiliyor musunuz orada boşluk var ne bina dikilmiş ne farklı bir şey yapılmış sadece çimen ve yeşillik duruyor... Bakınız : (oradaki vinç restorasyonla ilgili)


Böyle bir ülke işte... Genelde bir kaç saat yeterli deniyor ama ben en az 2 gün kalıp hatta daha fazla tüm ara sokaklarını gezmek isterdim.. En aşağıda nehir var civarında evler.. Orayı yakından göremedim mesela. 

Ufuk açacak bir yer, benim gözümden tabi belki size tipik Avrupa gibi gelebilir ama bana çok şey ifade ediyor. İstenildiğinde doğaya minimum zarar verilebileceğine, insanların birbirine saygı ve sıcak yaklaştığı, havasının temiz, Porsche'nin sıradanlaştığı, ve otoparktaki örtülü bir arabanın bulunduğu ( bu da Bentley'miş giderken farkettim), aslında fiyatların çokta yüksek olmadığı (Türk parasına çevirmedikçe) ve içimde kalan bir anahtarlığın olduğu ülkedir Lüksemburg... Daha çok şey yazılabilir tabi.. Yazımı bitirmeden çok değerli Mustafa KAN Hocama ve arkadaşlarına çok teşekkür eder ellerinden öperim.. Bana böyle güzel bir imkan verdikleri için dilerim gelecekte sıra bana da gelecek. İlk yurtdışı yazımdan bu kadar ama devamı gelecek... Teşekkür ederim okuduğunuz için arkadaşlar...    :)

22 Mart 2014 Cumartesi

Upuzun Bir Gün

Epey vakit oldu yazmadım. Neden bilmiyorum aslında kafamda biriken yazılar var. Ama kafamda bir o kadar yoğun. Saadete gelecek olursam yazmayı çok istedim ama fırsat bugüneymiş. Şimdi ağabeyim askerde benim. Yemin törenine gittik ve döneceğiz Gaziantep'ten. Sabiha Gökçen'e. Sabah 8 de uçak. Öğretmen evinden çıktık, ama bunun öncesinde biraz Gaziantep:

Evvela ilk havaalanına indikten sonra belediye otobüsüne bindik şehre giden. Belediye otobüsü 5tl ve Havaş'ın servisleri 10tl .Tercih sizin ama aileyle olunca belediye otobüsünü seçtik. 3 kişiyiz annem babam ben. Bir kaç müşteri daha. İnanılmaz bir şoför vardı. O kadar takdir ettim ki o kadar, sakin kibar ve müşterilerine değer veriyordu ki insanda bende bu mesleği yapmalıyım fikri oluşturuyor. Para üstünü vermediği bir kişi için (arka sıralarda oturan biri) bir durakta durduğunda en arkaya gidip kibarca parasını uzattı. Malum ilk defa gittiğimiz için şehre yabancıyız. Bizi en yakın noktada bıraktı ve önümüzdeki virajdan dönerken tekrar camını açıp karşıya geçmemiz gerektiğini söyledi (güvenlik bozan herşeye karşıyım, bu yardım dahil). O gün ağabeyimi gördük sonra dönerken minibüs biryerde bıraktı bizi bir parkta şehrin tam ortası. tavsiyemdir kültürleri merak ediyorsanız taksi ikinci tercihiniz olsun. Bizimkle inen bey bizimle öğretmen evine kadar yürüdü tarif etmekte neymiş, hatta numarasını vermek istedi sıkıntılı birşey olursa aramamız için. bu derece iyi insanlarının ve çok farklı gelen insanlarında olduğu binaların priketten yapıldığı ve bakımsız bulduğum ama çok gelişen bir kısmının olduğunu söyleyebileceğim şehir. Bursa, Ertuğrul Kent gibi adı da Karşıyaka. 2. gün ağabeyim gelince Halil Usta'ya yemeğe gittik. Hayatımda ilk defa bu kadar et yedim ve inanılmaz lezizdi. Özellikle küşleme. Salatasıda kaşıkla yenebilecek türden ve çok fazla nane ve kekik içeren türdendi. Şiddetle tavsiye ediyorum denemelisiniz. Birde sabah kahvaltısında Katmerci Murat'a gidin sütte içilmesi gerekiyormuş yanında biz bilmiyorduk içmedik ve benim gibi sabah pek kahvaltı etmiyorsanız bir tane bile çok gelecektir. Enfes oda.. Çarşıda da Ciğerci Mustafa varmış orayıda denedik ama pek memnun kalmadım. Fazla bir artısı yoktu açıkçası. Baklava.. Asıl konumuz bu olmalı Antep,te. Markalaşmış daha doğrusu reklamı çok olan firmalar var ama met edilen Çelebioğlu idi . Yerken daha mutlu oluyorsunuz. Biraz sıcak servis yapılıyor yanında bir avuç antep fıstığı ile ve böyle bir baklava yok gerçekten bunun için gidilir tekrar. İnternettende satışları varmış gerçi. Ama genede gidilir mükemmel. Gelelim dönüşe:

Uçağa bindik 8 çeyrek gibi havalandı sabah. O sabah bulutlar güzel gözükmedi. Sabah birde 7 gibi kalktığımızdan uykumda vardı ikramdaki hoş minik sandviç ile kahvaltımı yerden yüksekte sanırım Ankara civarlarında yaptım. Sonra İstanbul'a inmeden uçak bize biraz deniz manzarası seyrettirdi ve günün en güzel anıydı. İndik biraz eğimlide olsa. Sonra otoparkta güzel bir ücret ödediğimiz ailemizin iki yıllık üyesi olan arabamıza bindik. Dül dül alınmasın (Tipo'dur 99 model) oda halen ailemizin üyesi ve biz onuda çok seviyoruz ve istiyorum ki 30 yıl sonra bile ailemizde dursun ben onu zevkle tamir ederim. Neyse otoparktan çıktık artık arka koltukta bile kemer takmaya çalışıyorum Hocalarım sağolsunlar güvenliğin önemini çok güzel aşıladılar. Hedef annemin köyü. Bursa Kurtul. Gemlik'ten Bursa'ya gelirken. Zeytin köyüdür. Severimde. Orada bira akrabamıza uğradık 2 saat falan yaklaşık patates kızartmış zeytinyağında o kadar güzel geldi ki çok açıkınca. Sonra baş sağlığı dilemek için eski bursa diyeceğimiz tophanede eski dar Bursa sokaklarında bir başka akrabamıza uğradık (emekli profesördür akrabamızın eşi ve inanılmaz hoş sohbetti). Oradan kalkınca dayıma bir 45 dakikalığına falan. Saat 10 gibi çıktık akşam Bilecik'e. Ve sonrada ben gece 11 buçukta Eskişehir otobüsüne bindim. Gece 1 çeyrek gibi evime girdim ama yorgunluktan öldüm. Ama şunu farkettim bir gün aslında o kadar uzun ki 1500 km yapıp akrabalarınıza uğrayıp ailenizle güzel yemek yeyip, Antep'te uyanıp, İstanbul manzarası seyredip, eski Bursa'nın dar sokaklarında dolanıp, yeni adımlarını atan sülalenizin yeni üyesini kucaklayıp, doğduğunuz şehirde yarım saat vakit geçirip otobüse atlayıp kendi evinizde uykuya dalabiliyorsunuz. Bir gün gerçekten uzun, yorulmak yok !!