19 Kasım 2013 Salı

B.A.Ö.L'de takım olmak

Arkadaşlar bu yazımda sizlere hayatımın en güzel geçen dönemlerinden birini anlatacağım. 2-3 ay arası bir dönemdir. lise 3. sınıfım. Bilecik Anadolu Öğretmen Lisesi. Her şeyin başlangıcına döneyim. Lise 2. sınıftayken bir gece Kerim Kaptan'dan mesaj geldi (Çok başarılı bir oyuncu ve disiplinli biridir. Şuan avukat). Beni çok motive eden bir konuşmaydı. Son mesajındaydı sanırım.. " Ben şampiyon yapamadım sen yap".. bakın yıllar geçti aradan 2007 olmalı.. Hala aklımda. evet sezonu kapatırken bir bahar kupası kazandık son saniyelerde turnike kaçırdım ama duvara kadar gittim ittiren biri sayesinde :) ama hakem görmedi. Ozamanda dedi ki kaptanımız (5 faul almıştı ve oyundan çıktı) " kazanıyorduk elimizdeydi vermeyin burdan". Ben o an biliyordum kazanacağımızı. Kazandıkta. İlk kupamızdı.. Halada tek.. Ama guruplara gitmeli bir turnuvada değildi. hala duruyor olması lazım o yıllardan bazı maç kasetlerimiz. Evet lise 3 olduk... Yepyeni bir takım kurduk. 4 kişiydik eski takımdan. Ben, Doğukan, Ezgin, Kıvanç (eksik varsa affetsin). Bir liste asılmıştı okulun ufak panosuna.. Altında idman saatleri takım kaptanı bendeniz tarafından belirleneceği yazıyordu. Mutlu oldum çok.. Benden önceki kaptanlar tren kazasında vefat eden rahmetli Turgay Ağabey (Ben tanıyamasamda maalesef çok anlattılar güzel oyunculuğunu, maçlarımızı da izlerdi.. Rahmetle anıyorum) sonra Kerim Kaptan ( İlk okulumda da kaptanımdı) sonrada ben. Mutlu oldum çok mutlu oldum... Başladık ilk idman.. İlk idmanımız konuşma ile başladı. Maalesef yaş sınırına takılan Eren bizlerle değildi.. (Keşke olsaydı.) Hocamız Fen Lisesinin de hocasıydı ve onlara güvenmişti. Malum sayısal zeka :) birde acayip şut atarlardı :) İdmanlar devam ederken benim ve takımımın kendi çabalarıyla o sene ilk defa sanırım 29 Ekim turnuvası adı altında bir turnuva oldu. İlk maç en güçlü takımla çünkü daha 6. sınıftan beri birlikte oynuyorlardı. Güzel oynadık onları çok paniklettik ama yenildik. 2. maç Anadoluy'du sanırım. Yenildik. 3. maç Fen Lisesi yenildik. Ama biliyordum ki gayet güzel oynuyorduk yani güzele gidiyorduk. Okulda nasıl dalga geçtiler benimle. Hep dedim takımımız iyi diye. O sene birde Yiğit vardı lise 1 de. Çöm :) ama onada güveniyordum çok. İşte bizle hep bir alay falan. İdmanlara devam. Havalar soğudu. idmanlara devam. Hocamız tamamen fene yöneldi. İdmanlara devam. Kız takımıyla salonu paylaş yarı yarıya. İdmanlara devam. Maçlara yaklaşık 2 hafta kala hocamız hazırlık maçı ayarlamış Fen ile. başladık.. Önce biraz idmanda yaptık sanırım. Neyse maç sırasında bir oyuncuyu bloklamak için yükseldim. Onunda dirseği benim gözüme geldi. Acıdı ama pek birşleyde hissetmiyorum. Birinde anahtar vardı ya Volkan ya Nail. Gittik soyunma odasına ikimiz. Işığı bir açtım ayna karşımda gözüm gökkuşağı gibi :) Siyahlık, morluk, kan, kızarıklık,
 açıklık... Her şeyden biraz vardı yani. İlk dediğim eyvah ailem izin vermeyecek basketbola. Salona döndüm Hoca gördü beni ve ilk defa motora binip hastaneye gittik. Yakındı zaten. Gömleğimi falan giydim terli üstüme her kan falan oldu. Neyse yolda dedi ki orası çok hassas dikiş atılmaz. Gittik. Hastanede acilin bir odasına girdim. Doktor baktı. "0,6'yı hazırlayın" dedi (sayıyı yanlış hatırlıyor olabilirim.) Ben de;
- Dikiş mi atacaksınız?
-Evet
-O zaman ben bir çıkarayım üstümü. :)

Bir terki sormayın. Hocam sakın ailene deme diyor. O sırada Bilecik küçük babamın arkadaşına rastladık. Sakın söyleme dedi :) Neyse en sonunda Hocam aramış zaten geldiler bir panik havası :) Dikişe başladı göz kapaklarının birleştiği noktadan. Önce anastezi yapıldı oraya fakat daha uyuşmadan iğneyi bir batırdı uyuştu mu diye ama gözüme  girdi o. Acıyor evde denemeyin :) Sonra 40 dakika falan sürdü dikiş. Takım arkadaşlarımdan bir kaçıda pencereden beni izliyormuş sonra gördüm. Sağolsunlar. Bir hafta duş alma dedi asıl dert buydu benim için. Okula gittim 2 gün sonraydı sanırım ilk yanıma gelen daha doğrusu koşan rahmetli Burcu'ydu. Sevgiyle anıyorum onuda.. Neyse dikişi söktür falan sezon başladı. İlk maç sırası nasıldı bilmiyorum ama ilk maç kolaydı yendik. Taraftar sayımız 0. ikinci maç güçlü Ertuğrulgazi. Daha direndik ama yenildik. Bir ara 9 sayı öne bile geçtik. 3. maç Anadolu  maçı... Kaybetme lüksümüzde yok. Yakın arkadaşlarımında takımı. Maçın son anları faul yapmam gerekti. 5. faul. çıktım maçtan benden önce çıkan Doğukan'ın yanına. Onlarda da Mertcan çıktı. Sağolsun yaptığı faul ile dudağım içinde kocaman bir yara oldu kendi dişimin. Uzatmalar başladı.. Yusuf'la Kıvanç yıldız gibi parladılar. Kazandık. taraftar sayımız 2. Gizem ve Emel. Soyunma odasına gittim önce Anadolu'nun tebrik ettim önce bi yakın arkadaşımdan küfür yedim. Sonra Mertcan ile sarıldık tebrik ettik birbirimizi ve kendi soyunma odamızda bağırmaya şenlik yapmaya başladık. Gruptan çıkmak için son maç. Müdür izin vermedi taraftara finallere çıkarsak okulu getiririz dedi. Fen maçı. Fen maçı... gözümdeki ize sebep maç.. Biliyor musunuz kesinlikle gram üzülmedim gözüme. Hatta sevindim bile çünkü müthiş anı.. Takım arkadaşlarım için savaşırken olan bir yara. Daha güzel bir iz olabilir mi? Maç başladı.. Her zamanki gibi maç başına yaklaşık 10 serbest atışı kaçırıyorum. maç. sonu son 32 saniye kala faul kullanacağım. Mola geldi. Bilemiyorum aklımda düşündürmek için mi alındı faul. Bu arada kenara Kerim Kaptanda destek oluyordu bize her maçımızda. Ben yattım yere sanki Lise Defteri dedim :) neden biliyor musunuz çünkü ben son saniyeler sandım. Değilmiş :) sonra kaçırdım gene biz 1 sayı ile öndeyiz. hücum ettiler atamadılar biz hücum ettik benle gene faul. Gene mola 9 saniye kaldı. Düşünme bu sefer cidden çok ağırdı. Aldım topu elime ilk atış... Kaçtı.. 2. atış ve 9 saniye arasında gidip geliyor aklım yiyeceğimiz basketle herşey biter. Nefesimi ayarlayıp attım.. Kaçtı...  Uzun boylu oyuncuları aldı ribaundu pas attı arkadaşına. Elimi uzattım... Tüm enerjimle elimi uzattım... Topu aldım... Köşeye koştum.. Bekledim çok çok az... Döndüm şut attım... Zil çaldı maçı bitiren.. Sayıyı yaptım şut girdi... ama hakemler vermedi sayımı genede biz kazandık :) Bu maç pazartesi oynandı taraftar sayımız 2. Emel ve Gizem. Deli gibi sevindik. O Maçtan sonra gene tebrik edip odamıza gittim sevinmeye devam. Sonra minibüs ile liseye müdüre. Müdür beni öpüp kutladı :) İki ay içindeki kötü bir andır bu. Salı günü çapraz eşleşmeler Bozüyük birincisi ile maç. Tribünler müthiş.. Turuncu beyaz kağıtlar.. Herkes orada üst kadememde. Özellikle Aykut ortamı müthiş yapmış hayatımda gördüğüm yaşadığım en güzel anlardan biriydi. Elele Tribüne koştuk konfetiler patlıyor marşlar söyleniyor... Bir gün öncenin yorgunluğu gitti bir anda.. Ama en unutulmazı "Büyük Kaptan" diye bağırmalarıydı.. O an için çok şeyi feda edebilirim. Müthişti.. Gerçekten müthiş.. Sonra maç başladı önde gidiyoruz devamlı bir pozisyon oldu Kıvanç ve iki rakip oyuncu yuvarlandılar birşeyler derken biri bağırarak kaldı canı yanıyordu. Kıvanç'ı kaldırdım bende. Çocuğun burnu kırılmış. Ama benim olayla ilgim olmadığı halde ihale bana kaldı :) rakip takımdan küfürler tehditler :) Neyse maçı kazandık. Finaldeyiz... Hocamız bu kadar başarılı olacağınızı bilsem sizi çalıştırırdım dedi. Taraftar sayımız tüm BAÖL. Son maç.. Çarşamba.. FİNAL... Ertuğrulgazi ile.. Çok yorgunuz zor yürüyoruz onlarsa dinlenme günleri vardı.. Maç başladı taraftarımız gene şahane idi fakat yenildik.. Yenildik zaten o gün açıkçası 10 maç yapsak 8 maçı onlar kazanırdı o  derece yorgunduk ama çokta iyi takımlardı. Tebrik ederim tekrar. Bizse.. Biz ise müthiş bir Takımdık. Gerçekten Takımdık. Seyircimizde inanılmaz güzeldi... Her şey çok keyifliydi.. Kaptanıma verdiğim sözü tutamasam da bu anılar takım arkadaşlarımla yaşadığım için kendimi çok şanslı sayıyorum.. Bu güzel tecrübe hayatımda bir anı olarak hep kalacak ve hiç unutmayacağım.. Dilerim seyirci olan okul arkadaşlarımızda o 2 günü hatırlıyordur.. Teşekkür ederim takımıma ve o güzel günlere. İşte lise hayatımın en güzel 2-3 ayı... Basketbol ve takımımla dolu... Tüm takımıma teşekkür ederim tekrar.. Eski Kaptanları...

18 Kasım 2013 Pazartesi

Bentley'e Gitmeye Çalışan Yol

Her şey Eskişehir'den İstanbul'a bilet alarak başladı. Otobüse.Yarım saat beklememek için bindiğim otobüste yanımda bir kitap ve telefonum vardı, birde kulaklık. Otobüste film izlemeyi severim de ses kötü olmasına rağmen. Kulakiçi etrafı rahatsız etmeyenlerden. Neyse... Bindim otobüse. Hava berbat. Kasım ayı. Feci bir yağmur. Tv yayını hatta kayıtlı filmler bile gelip gidiyor. Klimaları ya çok ısıtıyor ya çok soğutuyor. Tv açık ama sadece siyah ekran var ama. Bilecik'e yaklaşırken otobüsün ışıkları kapandı. Tabi hemen uzandım kişisel lambalara. Çalışmıyor. Işık yok. Tv yok. Neyse dedim. Bu olaylar olmadan ağabeyim aradı. 1-1,5 saat önce. yani ben Bozüyük'teyken (Bozüyük'te çok küfür,tükürük ve taş atılmışlığı vardır takımıma belki ilerde yazarım). 20.30 da dersten çıkıp bindiğim otobüs 22.00 gibi Bozüyük' varmışken. Geri dönelim, dedim ki gideceğiz yapacak bir şey yok. Telefonumun da şarjı çok az. Kapadım. Kız arkadaşım merakta. Muavinde otobüsten bana dert yandı. Çok insanda yoktu birde mola verdik 40 dakikalık. Muavin bırakmadı tabi, molada otomobil sohbeti; "Şunu mu alsam? Bunu mu satsam?". Sıkıldım çünkü pek benide dinlemiyordu sadece konuşuyordu. Neyse gece 3'e doğru ilk İstanbul durağında inip ağabeyime vardım. Cumartesi uykumu aldım. Ağabeyim Milli Hakemdir o gün maçına gittim. Gene Neslihan'ı göremedim. (Neslihan Darnel'di o zaman). Maç bittikten sonra biraz beklesem görecekmişim idmanları varmış. Neyse asıl heyecanım aklıma geldi. Bir gün sonrası. Pazar sabahı oldu. Erkenden kalktık. Ümraniye'den taksi. Sonra metrobüse. Tüyap'ın yolunu tuttuk. Yolun çoğu ayakta (taksi harici). Çok kalabalıktı. 2,5-3 saat arasında vardık. Sonra biraz yürüdük. Müthiş bir kalabalık. Ve hedefe yaklaştım. Çoğu markayıda inceledim tabiki. Fakat hedef orasıydı. Bentley... Kara taşıtlarının kanatlı asilliği. Parayla alınabilecek en güzel şey belkide. Mulsanne modelini görmek istedim. Gördüm. Ama 15-20 metreden. En arkadaki oydu zaten. Dokunmak yakından bakmakta neymiş. O kadar saat yol gittim... Onca çile çektim.. Dokunamadım.. İçine bakamadım.. Korumalardan ricada ettim tabiki ama hayır sadece basın kartı olanlar dedi. Ancak zoom mercekle fotoğraf çekebildim. İçim üzülerek geri dönüş. Çıkışta 5tl'ye pilav. Tam üst geçidin girişinde. Dönüş başladı.. Yaklaşık 3 saat sonra Ümraniye. Sonra ağabeyden güzel  bir yemek ve Eskişehir yolu. Ne mi öğrendim bazı şeyler sandığımdan daha ulaşılmaz. Bu sıkıntılarla ancak 20 metreden görebiliyorsun. Demek ki çok çalışmak lazım. Fakat fevkalade bir tecrübe. Bentley kanatlarını yakından görüyorsun. Gene çeker miydim bunca sıkıntıyı? Kesinlikle evet. Autoshow 2012. Başka merak ettiklerimide yakından inceledim tabi ki. Bir sürü şeyde öğrendim. En büyük istekti Bentley. Tekrar gideceğim. Siz bilmiyorsunuz ama aslında bu yazıyı bir kağıda yazdım. Kullandığım kalem ise Mercedes-Benz Türkiye'nin hediyesi. Teşekkür ediyorum tekrar bu güzel hediyeye.

12 Eylül 2013 Perşembe

Yazmak


   Yazmak... Kaç kişi kaldı yazı yazan yada kalem tutmayı seven. Herkes yazamaz ama herkes kalem tutar. Aslında kalem tutmakta başlar çoğu şey. Bakınız zamanında kalem tutmasaydı eller bilemezdik ne olurdu bu derece önemli. Evet.. Klişe konuştum biraz fakat doğru. Telefonda giden mesajlarımız bile düzgün değil. Düşünün ne haldeyiz. Dönelim kalemlere..

 Benim bir Lamy'im var.. Dolma kalem değil maalesef ki. Mekanik uçlu kalem ve D&R' da satılmaya başlamadan sahip oldum safari modeli sarı renk. öyle pahalıda değil ama seviyorum onu. Mutlu ediyor hatta ders çalış diyor bazen yada ben de sıkıntı var bilemiyorum. Neden mi dolma kalem değil ? çünkü ben hazır bile hissetmiyorum kendimi dolma kaleme. Sevgili ağabeyim Venedik'ten tüy dolma kalem getirmiş. Hediyelerin en güzeli.. Mühendis adayı biri olarak mutlu etti beni fazlasıyla. Kapından bile çıkaramadım içimde nasıl kaldı bilemezsiniz. Arkadaşlar eskiler yazmışlar şimdi biz açıyoruz bir arama motorunu bakıyoruz da bakıyoruz. Çoğuda doğru olmayan saçmalıklara, gereksiz reklamlara. Ben Osmangazi Üniversitesinde okuyorum çok yeni bir binası olan kütüphanemiz var mimarisi biraz geçmişe yönelik ortasında kubbesi var camları metrelerce bir tarafı yola bakıyor ve bir kaç binaya ağaçlarda var mevsimine göre farklı hazlar sunan. Diğer taraf en son şantiyeye bakıyordu. Güzelde bir düzeni var. Maalesef ki eski kitaplar eski olacak tabi ki fakat yenileri yok mühendislik alanında.. Eksik çok.. Peki yazan var mı hediye eden ? Zeki Ferahlar isimli bir bey hediye etmiş epey kitap rahmetle anıyorum bu zatı.. Arkadaşlar yazmayı sevmeyi unutan kişiler çok ama size önerim kaleminizle arkadaş olun. Bu söz yanlış değil: "Kalem kılıçtan keskindir."  Kalemler, kitaplar, kütüphaneler... Biz pek değerini bilemiyoruz inşallah bilenler çoktur... Kalem tutkusu olan biri olarak ufak bir koleksiyonum olması da beni mutlu ediyor ileride kalem markalarıyla ilgilide bir kaç yazı yazacağım. Yazmak... Konu nerelere gitti... Yazmanın değerini bilmek anlamak umuduyla.

Birde size bir blog öneriyorum (dilerim beğenirsiniz):

7 Temmuz 2013 Pazar

Eskişehir'in En Görkemli Binası

    Arkadaşlar, Eskişehir'de aslında her gün önünden binlerce kişinin geçtiği ama az kişinin bildiği güzel bir hikaye anlatacağım:

    Yolculuğumuz başlıyor. İlk yerimiz İstanbul. Zamanında görkemli bir otel açılıyor HİLTON adında. Bu Türkiye'deki ilk Hilton oteldir. Otelin görkemini siz düşünün açılışını, kokteyller, resepsiyonlar.... Evet şaşırtıcı değil İstanbul sonuçta. Peki şuanda ülkemizde epey Hilton Otel var. Peki ikincisi nerede ? İşte dönüyoruz Eskişehir'e. İkinci Hilton Otel, Eskişehir'de açılmış. Bir yaşlı amcadan dinlemiştim otobüs yolculuğunda görkemini ozamanki insanların otele bakış açısını anlatmak için kelimeleri toparlayamadı. Filmlerde çekildi bu dönemin en sükseli binasında. Gerçekten zamanında aşırı görkemli bu yer şuanda önünden binlerce insanın geçip neredeyse kimsenin dönüp bakmadığı alıştığı SUBAY ORDUEVİ'dir. Şaşırtıcı aslında. Ne alaka Ordu evi olması. Arkadaşlar 1960 ihtilalinden sonra otel orduevi olarak duruşuna devam etti.
    Resimde Eskişehir'in geçmişinden ve Hilton Otel'den bir görünüş. Peki arkadaşlar bu oteli kim yaptı ? Otelin en dikkat çekici yeri ise girişte iki adet V şeklinde kolonun üstünde kare şeklinde ve tepesi kubbe olarak yapılan yerdir. Peki kim yaptı bu görkemli oteli ? 

    Arkadaşlar şimdi yolumuz Eskişehir'den çok uzağa gidiyoruz. Pakistan, İslamabad'a. Burayı ziyaret eden Suudi Kral Faysal  Himalaya eteklerindeki bu şehirden çok etkilenip buraya bir hediye vermek ister. Bir camii. Tabi ki özel bir camii. Bir yarışma düzenleniyor ve Vedat Dalokay'ın projesi kazanıyor. Vedat Dalokay ismi Ankaralı arkadaşlarımıza tanıdık gelmiştir. Siyasi yönü epey ünlüdür Türkiye'de. Eski Ankara belediye başkanıdır (Fakat ben o konuya girmeyeceğim). Arkadaşlar camii :



   Türk mühendisler çalışmış bu camide. Dünyanın 7. en büyük camiisi olarak bilinir. 74000 kişi kapasiteli imiş. Mimarisinde ise Mimar Sinan'dan esintilerde var Moğol camiilerininde. Arkadaşlar piramit şekli ise hem dağlara hemde çadır kültürüne bir göndermedim halkada motivasyon kaynağıdır. Arkadaşlar bu şaheseri geride bırakıyoruz ve başa dönüp Eskişehir'e geliyoruz.

   Yazımın başında demiştim V kolonlu otel diye. Bu V kolon Vedat'ın V'si. Yani bu eski Hilton Otel'in mimarı ile dünyanın en büyük camiilerinden birini yapan mimar aynı kişidir. Vedat Dalokay ve ailesi talihsiz bir trafik kazası ile 1991 yılında vefat etmiştir. Yolculuğumuz burada son buluyor arkadaşlar... Ünlü mimarımızı anıyorum.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Wir leben Autos (Biz Otomobil İle Yaşıyoruz )

   Bakınız son zamanlarda bir araba çıktı fiyat aralığı 40.000-50.000 TL civarı olan. İnanılmaz bir kişiselleştirme sunuyor. Hele gece yıldızlar gibi ışıldayan tavanıyla. Jantları bile ayrı bir keyif bu aracın. Evet çok küçük. İstanbul Autoshow'da inceleme imkanımda olmuştu. Direksiyon simidi çok eğlenceli. Sarı rengi ve benim bu sene en favori rengim olan kahverengi ve tonları ise çok yakışıyor. marka adı bu ufak siklet aracın bagaj kapağında yazmıyor. Arabanın C sütununda yer alıyor. ADAM. Diyeceksiniz kim bu adam. Bu tabi işin Türkçe oyunu. Bu arabanın adı OPEL'in kurucusu ADAM OPEL'den geliyor. tamamiyle gençlere hitap ediyoruz desek yanlış olabilir fakat gençlere hitap ediyor işte. Neyse konumuz dağılmasın.

   Tarih 1862'yi güzel bir şekilde hatırlıycak çünkü Opel kuruldu(1863 diyenlerde yok değil). Sanmayın ki o zamanlar logosu Harry Potter'ın alnındaki şimşeğe belkide ilhan veren dünya üzerindeki şimşekti. Aslında sanmayın direk otomobil ürettiler. Malum çoğu otomobil firmasının tarihi bisiklete dayanır. Fakat bir ahırda dikiş makinasıda var Opel'de. Hani eski çizgi filmlerde bisikletler vardır ön tekeri çok büyük olan, işte böyle başladı bisiklette dikiş makinası başarısının bir ödülü olarak.

   Gelelim 4 tekerlere. Açıkçası çok kargaşalar atlatılmış. İlk tasarımcıyla işler tutmamış ikincisiyle (ki Fransız firma)  tutmuş "Doktorun arabası" adlı model ise gösteriminde 3-4 yıl sonra satmış epey satmış bu lüks araç fakat talihsizlikler tarihe hep damga vurur. Fabrika bu araçları üretmekle övünürken talihsiz bir ateşle başlayan büyük bir yangınla yanarak yok olmuş. Bu yangının külleri aslında iyi bir harç olmuş ve daha modern bir fabrika inşa edilmiş. Hatta firma 1930 civarlarında  pazar payını inanılmaz arttırıp lider dahi olmuş. Yani yılmamış bizim adamımız. Bu pazarda iyi gidiş tabiki daha büyük firmaların ilgisini çekmiş. Çok köklü olan GENERAL MOTORS (GM) (daha sonra bir yazım olucak diye umut ediyorum GM ile ilgili)  baya yoğun mesaileri sonucu yavaş yavaş tamamını almış Opel'in.

   Çok güzel herşey. Satışlar iyi teknoloji güzel. Fakat dünya bu devamlı dönüyor o zamanlar çalkalanıyor yeryüzü. Sonuç kaynayan su atmosferde yerelere döküldü ve evet tahminlerinizde yanılmadınız 2. Dünya Savaşı başladı.. Kimileri fırsata dönüştürdü bunu. Ama Opel'de dönüşemedi savaş olumsuz etkiledi. Almanya genelini etkilediği gibi. Biraz önce okuduğunuz yangından çok daha kötü şeyler oldu. Savaşta ordusuna yardım eden Opel düşmanların hediyesi olan bombalarla harabeye döndü. Fakat uzun yıllar süren çöküşte GM desteğini sorumluluktan kaçmadı ve Opel'in arkasında durdu. Ağırda olsa Opel'in Ramiz Dayının çok sevdiği sadakatli çalışanları sayesinde toparlandı. Tabi sadece otomobil düşünmeyelim traktörler, kamyonlar da bu işte var. Savaşta etkilenen alt kuruluşlarda çok kötü etkiledi Opel'i. Özellikle parça temini ve işçilerin sağlık sorunlarıyla birlikte.  Herşey tam düze çıkmış görünüyor ama hangi grafik düz yukarı giderki bir düşüş daha baş gösterdi. GM sorunlar mazeretler aramaya çalıştı Opel'de. Tabiki sorun çok fazla idi. Ama bir yol bulup bir çalışanların seveceği bir lider yollayıp epey toparlandılar. Geri geldiler piyasaya fakat başkalarıda vardı. Mercedes ve WV gibi.Fakat bu olay onlar için bir şans olmu ve bulundukları konumu ticari olarak mükemmel kullanmışlardır. Bu arada ek bilgi bazı ülkelerde özellike Birleşik Krallıkkta Vauzhall adını taşımaktadır. (ticari bir olaydır günümüzde bazı İtalyan firmalarıda bunu yapmaktadır ileride bahsedicem umarım).

   Günümüze yaklaşırken Opel, GM markasının araçlarının adeta geliştirme beyni olmuştur. 2000lere gelmeden OPC (Opel Performance Center) kurulmuştur. Bazen yanınızdan çokta fazla homurtusu olmasada tatlı bir tınısı olan zarif bir insignia geçebilir. Görüntüsü normal olandan farklıdır. Agresiftir,zariftir. Arkasında yazan OPCden anlarız ki bu araba için mühendisler çok uykusuz kalmışlar. Arkadaşlar logosunda bir şimşek vardır şuan ve logo tarihinede daha sonra gireceğim.


kaynak: wikipedia